| TRT1 Gündem Ötesi | 24 TV An ve Zaman | Keops Piramidi Radarları |
Ağrı Dağı’na niçin ARARAT ismi verildi
Merhaba sayın izleyiciler
Bu sohbetimizde Ağrı Dağına niçin Ararat ismi verildiğinden bahsedeceğiz.
Burada çok önemli bir konuya değineceğiz. Bir yanlışı düzelteceğiz. Bu videoyu izleyen belki herkes bundan sonra Tufan’daki geminin Ağrı dağına inmediğine kanaat getirecektir.
Devamı olan diğer bir videoda da Ağrı Dağı eteklerindeki gemiye benzeyen oluşumdan bahsedeceğiz.
Ağrı dağının nasıl oluştuğu hakkında kısaca bilgi verelim.
Ağrı Dağı görenin hayran kaldığı dairesel bir taban üzerine oturmuş yüksek bir volkan konisidir. Volkanik bir dağdır. Bu görkemli dağ ilk kez 25 milyon yıl önce başlayan volkan patlamaları ile oluşmaya başlamıştır. Farklı zamanlardaki patlamalar sonucu oluşan lavlar kısa sürede katılaşarak dağ tabaka tabaka yükselmiştir. Dağın çevresinde daha küçük volkanik dağlar da vardır.
Burada konu dışına çıkıp Ağrı dağı hakkında kısa bir bilgi vereceğim. Belki araştırmacıların işine yarar. Kutup buzullarındaki hemen bütün taşlar meteordur.
Yüksek dağlardaki buzulların içinde de nice meteorlar vardır. Ağrı dağının zirvesindeki buzullara da oluşumundan bugüne kadar geçen milyonlarca yıl içinde küçüklü büyüklü belki yüzlerce meteor düşmüştür. Buzulların içinde ve alt kısmında meteorlar bulunabilir.
Konumuza dönelim
Ağrı Dağının ismi nereden geliyor
Meşhur kişilerin çok ismi olduğu gibi Ağrı Dağı’nın da birçok ismi vardır. Selçuklularda Eğridağ, eski Türkçede ise dağa Acı Dağ ismi verilmiştir. Dağın Kürtçe adı ise “Ateşli Dağ” manasındadır. Eğri dağ zamanla Ağrı dağı olarak değişmiş olabilir. Peki, dağa acı dağ, ateşli dağ isimleri niçin verildi.
Uzak geçmişte Ağrı Dağı’nın aktif olduğu bilinmektedir. Dağın son volkanik patlaması 1840 yılında gerçekleşti. Şiddetli volkanik patlamalar sonucu lav akıntıları, heyelanlar ve toprak kaymaları meydana geldi. Oluşan 7,4 şiddetindeki yıkıcı bir deprem sonucu Ahura köyü tamamen yıkılıp yok oldu. Yaklaşık 2.900 kişi hayatını kaybetti.
Dağ oluştuğu ilk günden beri binlerce kez aktif hale gelmiş, çok yıkıcı depremler vuku bulmuş olabilir. Volkanlardan çıkan kükürtlü gazlar çok acıdır. Patlamalardan sonra oluşan magma asidik olduğu için yukarıdan gelen sular asidikti, yani acıydı. Dağa acı dağ, ateşli dağ denmesinin elbette bir sebebi vardır.
Hazreti Âdem’den beri bir milyon yıldan fazla bir zaman içinde tarihten silinen nice kavimler Ağrı Dağı’na hiç işitmediğimiz yüzlerce belki binlerce farklı isim vermiştir.
Peki, Ağrı Dağına niçin Ararat ismi verildi?
Orta çağ rahipleri, eski İbranice dilinde yazılmış Kutsal kitapta geçen, yalnız üç sessiz harften oluşan “RRT” kelimesinin harflerine birer sesli a harfi ekleyerek Ararat olarak Avrupa dillerine tercüme etmişlerdir. Böylece Ararat kelimesi tarihe geçmiştir. Orta çağdan önce Avrupa dillerinde Ararat diye bir kelime yoktu.
Kutsal kitapta geçen RRT’nin üç manasından birisi de Tufan’da gemisinin oturduğu dağdır. Kutsal kitap geminin indiği o dağın hangi dağ olduğunu bildirmiyor. Sadece bir dağa indiğini bildiriyor. Kutsal kitap geminin Ararat’a indiğini kesinlikle bildirmiyor. Yüzden fazla hemen bütün kültürlerde geminin bir dağa indiği vardır. O dağa isim vermişler ama o isimle o ülkede bugün öyle bir dağ yoktur. Rahiplerin yanlış tercümeleri ile Ararat kelimesi türemiştir.
Bölgede uzun yıllar Urartu kazı çalışmalarını yöneten Prof. Dr. Veli Sevin hoca konu hakkında diyor ki; “RRT Ararat demek değildir, yapılan tercüme doğru değildir. RRT’nin manasının Ararat değil, Urartu olması gerekir. RRT, MÖ 9 ile 7. yüzyılları arasında Aras ve Dicle arasında hüküm süren Urartu krallığının İbranicedeki adıdır.” Hoca böyle diyor.
Biz de Ararat kelimesinin kutsal kitaptaki RRT harflerinden türetildiği fikrine katılıyoruz. Fakat burada konu hakkında çok önemli bir ayrıntıya temas etmek istiyorum. Hoca Ararat kelimesinin Urartu’dan geldiğini söylüyor. Her ne kadar bunu söyleyen hoca Urartular hakkında uzman bir profesör olsa da bu doğru olmayabilir.
Kanaatimce Urartu krallığının İbranicedeki adı RRT değildir. Bu sessiz harflere sesli harfler eklenerek değil Ararat veya Urartu pek çok kelime üretilir. RRT harflerinin Urartu devleti ile belki hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Tevrat günümüzden yaklaşık 4500 yıl önce indi. Zebur ise 3500 yıl önce indi. Urartu devleti Tevrat indikten 3500 yıl, Zebur indikten 2500 yıl sonra kuruldu.
Bu iki kitap indiğinde, yani hazreti Musa ve hazreti Davud ve hazreti Süleyman aleyhimüsselâm zamanında Urartu diye bir devlet yoktu. Kutsal kitabın Urartu krallığından bahsetmesi mümkün değildir. Ne Kutsal kitabın ne de Urartu zamanında yaşayan İsrailoğullarının Urartu krallığına RRT ismini verdiği doğru olamaz.
Elbette Ararat, RRT’nin batı dillerine yanlış tercüme edilmiş halidir. Ağrı Dağı ile hiçbir ilgisi yoktur. Yaklaşık bin sene önceki kayıtlarda Ağrı Dağına Ararat dendiği ve geminin Ağrı Dağı’nda olduğu hakkında hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Ağrı Dağı’nın bugünkü Latincesi olan Ararat, yüzyıllar önce hiçbir dağın veya devletin ismi değildi. Geçmişte Ağrı Dağı’nın adı Ararat değildi. Ararat diye bir dağ yoktu. Ararat kelimesi yanlış tercümenin eseridir.
Kuranı kerim geminin Cudiye indiğini bildiriyor. Tefsirlere göre Cudi bereketli, biraz yüksekçe bir yerdir. Dağ değildir. Arapçada dağa cebel denir. Cudi dağına niçin cudi denilmiş olabileceğini daha önce ifade ettik. 2000 yıl önce Cudi dağının adı Cudi değildi. Cudi diye bir dağ yoktu. Kutsal kitap da manası bilinmeyen RRT ile geminin yüksekçe ve bereketli bir yere indiğini bildirmiş olabilir.
Kuranı kerimde bulunan bir konudan Kutsal kitap da bahsediyorsa ikisinin de manasının kesinlikle aynı olması şarttır. Yoksa Kutsal kitaptaki o kısım kesinlikle değişime uğramıştır. Kutsal kitap geminin RRT isimli dağa indiğini bildiriyor. Eğer kitabın o kısmında bir değişim olmamışsa RRT harfleri ile geminin bugün nerede olduğu bilinmeyen yüksekçe ve bereketli bir yere indiğini bildirmiştir.
Tufan zamanında geminin indiği yerin tabii ki bir ismi vardı. Hazreti Adem’den 40.000 yıl sonrasıydı. Tufan’dan önce dünyada belki yüz milyardan fazla insan yaşıyordu. Buna şaşırmayınız. Hazreti Âdem 40.000 torununu gördü. Yıkıcı savaşlar olmadıysa 40.000 kişinin, 40.000 yıl sonraki nüfusu ne olurdu.
Her ailenin sadece iki çocuğu olsaydı Tufan’da nüfus yüzlerce milyara ulaşırdı. Tufan’dan önceki nüfus hakkında çok önemli bir konu daha vardır. O zamanki insanların ömrü bin yıl civarındaydı. Günümüzden bin yıl öncesinden beri doğanların yüzde 80 kadarı hayatta olsaydı bugün dünya nüfusu yüzlerce milyara ulaşmıştı.
Çok önemli bir konu da şudur. Tufan’dan sonra bütün dünyada suların altında kalan kıyı bölgelerinin yüzölçümü 20 milyon km2 olabilir. Nüfus yoğunluğu Beylikdüzü gibi 10.000 kişi olsa dünyada karalarda değil, sadece şimdi sular altında kalan yerlerde 200 milyar insan yaşıyordu. Bu dünya bir trilyon insanı da besler, ama birtakım sebeplerle aç, susuz, tarımsız, topraksız, ormansız, süt veren hayvansız, boşanma teşviki ile anasız, babasız bırakılabilir. Biz demiyoruz, diyorlar efendim.
Özetle, kutsal kitap geminin Ağrı dağına indiğini asla bildirmiyor. Geminin Ağrı Dağına indiğini, yüzlerce yıl önce kutsal kitaptan yapılan yanlış tercümelerle hazırlanan yalnız İncil bildiriyor. Kafalarında tasarladıkları fikre uyması için defalarda değiştirilen İncil dışında, geminin Ağrı Dağına indiğini bildiren hiçbir kaynak yoktur.
Bir Hristiyan bilim insanı diyor ki “İncil’de binlerce hata vardır, fakat o yine kutsal kitaptır.” Bilim insanısın. Peki, o binlerce hatadan biri geminin Ağrı dağına indiği değil mi?
Elbette geminin Ağrı dağında olmadığını artık hemen bütün Hristiyan bilim insanları biliyor. Peki, niçin geminin Ağrı dağında olduğunu ısrarla söylüyorsunuz. Çünkü mesele gemi değildir, mesele çok yönlü siyaset ve dindir.
Teknoloji gelişince ele geçecek kaynaklarla buna şahit olacağız. Gemideki kaynaklarla milyonlarca bilgiye ulaşılacaktır. O gemi bir ibret olarak içindekilerle birlikte hiç bozulmadan ilahi bir koruma ile saklanıyor. Tufan’dan önce Ağrı Dağı’na verilen isim de elbette mevcuttur.
Azizim, yalnız Ağrı değil, Süphan Dağı da muhteşem bir dağdır.
İki cihan seadeti dileklerimle,
Geriye verilmedik ne kaldı ki
Yiğit isen kendini yen
Merhaba Sayın takipçiler,
Bu web sayfamızda atomun zerresinden Arşa kadar uzanan madde alemindeki bazı bilimsel olaylardan ve hazreti Adem’den kıyamete kadar sürecek insanlık tarihinde vuku bulan ve gelecekte vuku bulması mümkün olan olağanüstü, ender görülen beşerî ve doğal olayların sebeplerine değineceğiz.
Bu evrende, Güneş sisteminin dışında, devamlı bir şekilde gözlenen astronomik olayların belki bir kısmı varlığımızın, hayatta kalmamızın ve gelecekte teknolojide gelişmemizin müsebbibidir. “Gökte ne varsa sizin için yarattım” ayeti buna işaret ediyor olabilir. Bir velinin “yıldızlardan toprağa nur akıyor” sözü acaba neye işaret ediyor? Gece boyunca yıldızlardan gelen, görünmeyen ışınlar bitkilere ve havadaki oksijenin yüzde 70 kadarını sağlayan okyanuslardaki yosunlara acaba hangi faydaları sağlıyor? Yarınlarda, veya uzak gelecekte dünyayı susuzluktan, kuraklıktan, su basmasından kurtaracak soğuk atom bombasının yapımına sebep olacak o çok nadir bulunan izotoplar acaba başka yıldızların gezegenlerinden mi getirilecek?
Güneşi hariç tutalım. Herkes biliyor ki onsuz hayat olmaz. Fakat canlı hayatın devamını sağlayan o kadar çok olay var ki onlar da görülmeyen bir güneştir. Şimşekler çakmasaydı, okyanuslarda devasa boyutta akıntılar olmasaydı, okyanuslardan karalara rüzgâr gelmeseydi, Kuzey kutbunda sular donarken tuzu da buzun içine alsaydı, okyanuslar karbondioksidi depolamasaydı, sular yere batsaydı canlı hayat olmazdı. Bunun gibi canlı hayatın devamını sağlayan daha birçok sebep var. Onlar kendiliğinden olmasaydı insanoğlu hayatta kalmak için günde 24 saat değil, 24 milyon saat çalışması lazım gelirdi.
İnsanın maymundan türediğine inanan, yani bir yaratılışa (hazreti Adem’in topraktan yaratıldığına) inanmayan çevreler bilimin keşfettiği bazı gerçekleri gizlemektedirler. Göbeklitepe gibi keşfedilen bütün tarihi eserlerin taş devrinden kaldığını, inanç işi olduğunu söylerler. Yani diyorlar ki “dinleri mağarada yaşayan maymundan dönme insanlar uydurmuştur.” Bilimsel bir temele dayanmayan, doğru olduğu asla ispat edilemeyen fikirleri diğer konulara kaynak gösteriyorlar. Bu zincir böylece devam ediyor. Yani temel bozuk olduğu için, onun üzerine bina edilen, bilimsel bir kaynağa dayanmayan bütün fikirler de bozuktur.
Bu evren gibi katrilyonlarca evren olsa, her evrende katrilyonlarca bilim insanı olsa ve bunlar katrilyonlarca yıl DNA’yı atomlarından elde etmeye çalışsalar yine başaramazlar. Yani insan DNA’yı, RNA’yı sentezleyemez, sentezlemesi mümkün değildir. Bunların atomlardan kendiliğinden oluşması imkânsızdır. Elbette yaratıldı. Fakat DNA ve RNA kendilerini çoğaltırlar. Bu çoğalma metodu ile bilim bir DNA’dan milyarlarca DNA üretir. Buna PCR denir. Fakat 6,4 milyar bazdan, yaklaşık 215.000.000.000 atomdan oluşan bir DNA sarmalını insan yapamaz.
Bunun gibi bir canlının başka bir canlıya dönüşmesi de imkânsızdır. Karınca sineğe dönüşemez. Maymun insana asla dönüşemez. Eğer canlılar birbirine dönüşseydi yeryüzünde şimdi insandan başka canlı kalmazdı. Tesadüfen dönüştü sözü çok şeni bir inattır. Niçin insandan daha gelişmiş bir insan türü oluşmadı? Tesadüf oraya uğrayamadı mı? Tesadüfün bilimde yeri yoktur. Vuku bulan bütün bilimsel olayların arkasında bir sebep vardır. Sebepsiz hiçbir şey olmaz. Yüzbinlerce atomdan oluşan muhteşem biyolojik aktivitelere sahip ilk canlıyı yaratan Allahü teala insanı çamurdan yaratamaz mı? Yaratmakta onun için hiçbir zorluk yoktur. “Ol” der, imkânsız olan her şey bir anda olur. Allahü tealanın kendisi de yaratması da akıl ile anlaşılamaz.
Azizim, Allahü teala bütün zıtlıkları bir arada yaratmıştır. Gelişen bilimle Allahü tealanın varlığına senet olan nice olaylar keşfedilir. Fakat bu olaylara tesadüf diyenler de olur. Bilim tesadüfü reddediyor ama adı bilim insanı olanlar gerçeği gördüğü halde yaratılış nefslerine ağır geldiği için reddediyorlar. Resûlullah’a aleyhisselam inen ayetlerin insan sözü olmadığını inanmayanlar da Ebu cehil de biliyordu. Fakat iman etmek nefslerine çok ağır geldiği için düşman oldular.
Yiğit isen kendini yen
Azizim, bir babanın oğlu okulda karate sporuna başlar. Baba oğlunun yaptığı bu spordan çok rahatsızdır. Oğlunun kimseye vurmasını istemez. Ama oğlu onu dinlemez. Bir gün oğlu birinci olur ve madalya alır. Oğul babasına “sen yanlış yapıyorsun” manasında der ki “bak baba, herkesi yendim, hayalimdeki madalyamı aldım.”
Baba der ki “yiğit isen kendini yen.”
Oğul bu sözü anlamaz. Geçer odaya kendine vurmaya başlar. Bir çözüm bulamaz. Hemen evden çıkıp yaşlı bir zata gider, durumu anlatır. Babasının kendisine söylediği o sözün ne demek olduğunu sorar. Yaşlı zat der ki “eğer herkes kendi nefsinin istediğini yenebilseydi cehennem olmazdı. Eğer herkes Allahü tealanın istediğini yapsaydı hesap olmazdı. Kendini yenmek Allahü tealanın razı olduğu yolda yürümek demektir.” Bunun gibi nasihatlerle genci ikna eder. Genç eve gelir babasının elini öper, özür diler ve karateyi bıraktığını söyler. Genç sonra gidip döverek yendiği kişilerden, arkadaşlarından özür diler. Karateyi bıraktığını söyler. Hepsi muhabbetle kucaklaşırlar, karateyi bırakırlar. Yaşlı amcaya gidip sohbetinden, tecrübesinden istifade ederler.
Gençlikteki öğrenme azmimizden dolayı doğruyu eğriden ayıramayıp yanılabiliriz. İmamı Rabbani hazretleri, Seyyid Abdülkadir Geylani hazretleri gibi büyük velilere, alimlere muhalif olan, onları büyük bilmeyen, insanın maymundan türediğini iddia eden, hatta Allahü tealanın varlığına inanmayan fakat bu inancını gizli tutan kişilerin yalan, yanlış fikirlerin doğru olduğuna inanabiliriz. Çoğu kişi gelecekteki adresini gençlikte seçer. Yanlış yolda olanların zararından kurtulan çok az olur. Yıllar sonra hususi bir ihsan ile doğru bir kaynak elimize geçip uyanınca ne deriz. O bozuk fikirlere inandığımız için belki çok safmışız deriz. Sonra yumruğu göğsümüze vurup; “yaşasın saflığım, ben seni adam sanıp sözüne inanmıştım” deriz. Yıllar sonra bizim uyanmamız bizi kurtarır.
Peki, ya o yanlışı bizden işitenler ne olacak? Vicdan azabı çekeceğiz, keşke söylemeseydim diyeceğiz. Sizin doğru yolda olmanızı belki babanızdan daha çok isteyenler var azizim. Belki size babanızdan daha çok acıyanlar var, size üzülenler var, azizim. En çok acıyanlar peygamberlerdir. Kimse onlar gibi olamaz. Hiç kimsenin gayreti peygamberlerin gayreti gibi olamaz. Sonra alimlerin gayreti gelir. Sonra o alimlere tam tabi olanların gayreti gelir.
Gençlik büyük nimettir. Hele gençlikte ele geçen nimetler bir ömrün Allahü tealanın rızası ile geçmesine sebep olur. Yeni nesillere sönmeyen ışık olur. Ne büyük nimet, anlayan var mı?
Azizim, yiğit isen kendini yen.
Mars’ın Ölümü

Bu eser yüzbinlerce yıllık insanlık tarihinin daha henüz ilk beş bin yılını konu edinen bir bilim kurgudur. Eserde geçen ve bu güne kadar hiç işitilmemiş akıllara durgunluk veren devasa boyuttaki olayların benzerlerinin geçmişte vuku bulmuş olması muhtemeldir. Hem bilimsel hem de dini kaynaklara göre insanlığın yaşı dört yüz bin yıldan az değildir.
Yeryüzünde ve uzayda özellikle Mars’ta ele geçen kalıntılar ve görüntüler günümüzdeki teknolojiye ilk kez kavuşmadığımızı ispat eden reddedilemez birer delildir. İnsanlık tarihini gelecekte yeniden yazdıracaktır. Teknoloji geliştikçe tarih bilgimiz de değişecektir.
Yeraltı ve uzay insanlığa ait pek çok sırrı bünyesinde bulundurmaktadır. On binlerce yıl önce, farklı dönemlerde teknolojiler birçok kez yükselmiştir. Sonra tekrar kitle imha silahları ile yok edilmiştir. Teknolojilerin yükseldiği dönemlerde uzaya insansız uzay araçları gönderildi. Nitekim 1950’lerden sonra da gönderildi. Gelecekte de gönderilecektir.
On binlerce yıl önce uzaya gönderilen araçların bir kısmı uzayın boşluğunda yol almaktadır. Bir kısmı ise gezegenlere, yıldızlara çarpıp parçalandı. Bu araçlardan dünyaya çok zayıf sinyaller gelebilir. Uzaydan mahiyetinin ne olduğu bilinmeyen sinyaller alınmıştır.
Geçmişe ait sırlar bu araçlarda ve henüz keşfedemediğimiz yeryüzü, gezegen ve uydularındaki kalıntılarda saklıdır. Bu gezegenler Güneş sisteminin dışındaki yıldızların yörüngesinde de olabilir.
Bu bilim kurgu heyecan içinde bir solukta okunacak bir eserdir.
Okuyucusunu kâh Mars’a, Venüs’e, Merkür’e ve kâh yakın Şira yıldızına götürecektir.
Muhteşem olayların içinde hercümerç olacaksınız.
İşte aradığım bu diyeceksiniz.
İşte insanlık tarihi bu diyeceksiniz.
Ve işte gelecek bu diyeceksiniz.
Ücretsiz e-kitap
Mars’ın Ölümü
Hazreti Adem’den bu Deme özet
Hazreti Âdem’den Bu Deme – özet
Merhaba değerli okuyucularımız. Burada “Hazreti Âdem’den Bu Deme” kitabımızın içindeki bazı konulara kısaca temas edeceğiz.
Muhabbet ehli buyurmuş ki “kişinin kalbinde ne varsa dışına o vurur.” Biz de burada kitabımıza başlarken bütün kalbimle sizlere sesleniyorum. Beşeriyetin beşiği Mekke’de hazreti Âdem aleyhisselâmın, sultanı hazreti Havva’ya kavuştuğu o ilk günden bugüne kadar geçen çok uzun zaman içinde vuku bulmuş sayısız beşerî ve doğal olayların birkaçından, bu kitabımızda ilk kez bahsedildiğine şahit olacaksınız. İşte bu sebeple, bir ilk oluşundan dolayı çok önemli bir konudan burada bahsetmeyi mutlak bir surette zaruri görüyoruz. Buna ehemmiyet vermenizi önemle, acizane istirham ediyorum.
Ey imanının nuru yüzüne nakşolan şüheda torunları, siz yiğitlerim, hanım kızlarım. Kalbimde arşa çıkan bir yakarışla size sesleniyorum. Bu kitabımızda İslam dinine aykırı herhangi bozuk bir ifade görürseniz o söz elbette bizim kusurumuzdur. Bizim hatamızdır. Biz din adamı değiliz. Nazarınızda uygun bulmadığınız o menfi sözümüz asla ve kata İslam’ı bağlamaz. İslam’a uygun bulmadığınız herhangi bir sözümüzden dolayı bizi tenkit ediniz, İslam dinini değil. Eğer var ise, bu kitaptaki bütün yanlışların müsebbibi biziz. Dini bir konudan bahsederken muhatabımızın “bu mu İslam” deyip imanını kaybetmesinden korkarız.
Evet, cahiller cesur olur, cesaret cahillikten de kaynaklanır. Velakin cahillikle suçlanan, kalemini tutarken yazacağı her kelimenin, sözün maneviyata, dine aykırı olmasından korkan bir bilim insanının herhangi bir konudaki haklı cesareti belki beyinlere ışık saçan bir güneştir. Akıl sahiplerinin kalemiyle desteklenip gelişen o pak ışık, bütün dünyada asırlarca beşeriyetlerin hayrına vesile olan nice medeniyetlerin aydınlanmasına, yükselmesine sebep olur. Bu zamanda manevi konularda hata yapmaktan çok sakınan bir fen bilim insanının varlığı çok büyük bir nimettir. “Kâmil akıl; dinde nakle, bilimde tecrübeye tabidir.” Bu zamanda bu çok az bulunur.
Söz bu, işte biz bu
Tufan hazreti Adem’den 40.000 yıl sonra ve günümüzden yaklaşık 1000.000 yıl önce vuku bulmuştur. Hazreti Nuh Tufan’da 1000 yaşındaydı. 1200 yıl yaşadı. 50 yaşında peygamber oldu. Reşit olan peygamber olur. Onlar da 18 yaşında reşitti. Dikkat buyurunuz. Hazreti Nuh’un gemideki üç oğlundan en az biri veya hepsi 950-975 yaşındaydı. Hazreti Nuh’un ortalama 40. göbekten torunu gemideydi. Bu en az 30, en fazla 50 olabilir. Buna itiraz etmeyiniz, çünkü;
Hazreti Âdem evlendikten 750 yıl sonra 40.000 torununu gördü. Torunları içinde 20. kuşaktan torunu vardı. Hazreti Nuh ise evlendikten yaklaşık 980 yıl sonra Tufan oldu. Tabii ki hazreti Âdem zamanında dünya boştu. Tufan’dan önce ise nüfus belki 100 milyardı. Çocuk sayısı çok farklı olur. Evlendikten 980 yıl sonra hazreti Nuh’un çok fazla kuşaktan torun görmesi mümkündür. Tufan’dan önce çocuk sayısı ilk insanlara göre çok az olsa da 980 yılda oluşan torun sayısı 750 yılda oluşan torun sayısına yakın olabilir. Tufan’daki gemide hazreti Nuh’un üç oğlu ve en genci yaklaşık 40. göbekten binlerce torunu vardı.
Gemi kasaba büyüklüğünde, muhtemelen yüksek dalgalara dayanması için UFO şeklinde çok katlı bir gemiydi. Gemide 80 değil, belki 80.000 kişi vardı. “İnananlar azdı” ayeti çokluktan kinaye olabilir. Dünyada 80 milyar insan vardıysa milyonda biri iman etse 80.000 kişi eder. Hazreti Nuh’un gemiye gelmeyen, iman etmeyen oğlu belki en az 500 yaşındaydı. Evli idiyse bunun belki yüzlerce torunu gemideydi. Gemide elbette nebi peygamberler de vardı. Belki onlarca, belki seksen nebi peygamber gemideydi. Onlar bütün dünyaya yayılmışlardı. 950 yıl başka kıtalarda, ülkelerde insanları hakka davet ediyordu. Bir ülülazm resulün dinini yaymak için, yani hazreti Nuh’un dinini yaymak için ortalama 400 nebi gelmiştir. Dininin geçerli olduğu zaman esas alınırsa nebilerin 300 tanesi vefatından sonra gelmiş olabilir. Acaba Tufan’dan önceki 1000 yılda kaç tanesi yaşamıştır.
İnsanlığın yaşı bir alimin kitabındaki bir bilgi esas alındığında bir milyon yılı aşar.
On yılda dünyanın değişik coğrafyalarına bir nebi gelse insanlığın yaşı 1.240.000 yılı bulur. Yirmi yılda bir nebi gelse insanlığın yaşı 2.480.000 yılı bulur. Uzak geçmişte yeryüzünde aynı günde yüzden fazla nebi peygamber yaşıyordu, geçmişte alimlerin yaşadığı gibi. Hazreti Âdem’den bugüne kadar yaklaşık 40.000 kuşak geçmiştir. Yani yaklaşık 40.000 dedemiz vardır.
Bugün dünyada yaşayan istisnasız herkesin yaklaşık veya en az 1600 ortak dedesi vardır. Hepsi de Tufan’dan önce yaşamıştır. Bugünkü milletlerin hiçbiri 20.000 yıl önce mevcut değildi.
İnsanlığın ilk yerleşim yeri Şam’dır, Afrika değildir. Homo sapiens diye bir insan türü asla yoktur. Homoyu niye eklediler? İnsanın atası hayvandır demek için.
Farklı coğrafyalar insanların bedeninde, simasında farklılık oluşturduğu gibi binlerce yıl farklılıklar da insanların simasında değişimler oluşturur. Çünkü uzun bir zamanda bütün nebatatta biyolojik ve dolayısıyla içeriğinde önemli değişimler vuku bulur. Binlerce yıl sonra bu geri dönebilir. Diğer önemli bir sebep de yer küresindeki eksen değişimleri başta bitkiler olmak üzere canlı mahlukatın fiziksel yapısında değişimler oluşturur.
Bütün peygamberler aynı şeyi söylemiştir. Allah vardır, ahiret vardır. Ben Onun kulu ve elçisiyim.
- İlk konuşulan dil Arapçadır.
- İlk yazıyı kullanan hazreti Âdem’dir.
- İlk kullanılan alfabe İslam harfleridir.
- Bütün kitaplar İslam harfleri ile inmiştir. Diller de farklılık vardı.
- Hazreti Âdem’in vefatından en geç 1000 yıl sonra dünya nüfusu bir milyara ulaşmıştır.
- İlk 4000 yılda dünya nüfusu belki yüz milyardan çok fazlaydı. Çöl hiç yoktu.
- İnsanoğlu yüksek teknolojiye en kısa sürede hazreti Âdem’den hemen sonra ulaşmıştır.
- Ömürler bin yıldı ve hemen herkes yüksek zekâya sahipti.
- İnsanoğlu o hayatı bir daha hiç yaşamamıştır.
- Tufan’daki muhteşem teknolojiye 40.000 yılda ulaşılmıştır.
- Biz bu teknolojiye en fazla 400 yılda ulaştık. 40.000 yıl sonra ne olur?
- Tufan’dan sonra yüksek teknoloji aynen devam etmiştir.
- Tufan’daki o muazzam teknolojiye insanoğlu ancak kıyamete yakın ulaşır.
- Tufan’dan önce bu evrenin dışındaki yedi semayı teknoloji ile gördüler.
- Tufan’dan önce insanoğlu ışık hızından belki milyonlarca kat daha hızlı haberleşmeyi kullanıyordu. Yoksa yedi kat semayı göremezdi. Elektromanyetik dalganın dışında başka bir iletişim vasıtası kullanmış olabilirler. Eğer mikrodalganın titreşim sayısı sabit tutulup dalga boyu radyo dalgasına getirilirse ışığın hızı milyonlarca kat artar. Teorik olarak mümkündür. Yarınlarda teknik olarak mümkün olabilir.
- Hazreti Zülkarneyn ve hazreti Süleyman da çok yüksek teknolojiye sahipti.
- Belkıs’ın tahtı mucize ile, kerametle getirilmedi. Bilimle getirildi. Işınlama ile getirildi.
- Keops piramidi bir rasathane idi.
İnsanoğlu en geç ilk 4000 yılda yani günümüzden yaklaşık 1000.000 yıl önce Mars’a gidecek teknolojiye ulaşmıştır. Fakat yükselen teknolojiler yine teknolojilerle sıfırlanmıştır. Tufan’dan önce ve sonraki yaklaşık 1000.000 yıl içinde, binlerce yıl aralıklarla değişik dönemlerde Mars’ta birçok yüksek medeniyet kurulmuş ve yıkılmıştır. Mars’taki kalıntılar buna işaret ediyor.
- Kanaatimce birçok Dünya Mars savaşı elbette vuku bulmuştur.
- Mars’taki medeniyetler nükleer savaşlarla yok edilmiştir.
- 1000.000 boyunca uzaya gönderilen ve bazısı hala yol olan binlerce uzay aracı vardır.
Belki bir veya birkaçında insan ve cinsiyeti olan bütün canlıların binlerce döllenmiş yumurtaları ve cinsiyetsiz canlıların hücreleri, tohumları vardı. Atmosferi olan veya kolayca oluşturulması mümkün olan bir yıldızın gezegenine inecek uzay aracının içindeki robotlarla gezegende önce yeşillik, sonra bütün bitki ve hayvanların oluşturulması robotlara yüklenmiş olabilir. Uzayda insan yoktur fakat döllenmiş yumurtaları, bugünkü teknoloji ile gitmesi bir milyon yıldan fazla uzak olan uzayda yol alan araçlarda uzay araçlarının içinde bulunabilir. Uzay geçmişin kitabıdır. O boşlukta ne sırlar bulunmaktadır.
Latin alfabesinin harf sıralamasından açıkça, net bir şekilde anlaşılıyor ki kaynağı İslam harfleridir. Niçin ilk iki ve son iki harfi aynı? Bu tesadüf olamaz.
Mu Kıtası hiç olmadı
Mu Kıtası bilimin tamamen dışındadır. Elde mevcut hiçbir kaynak yoktur. Bugün Tibet’te bahsedilen gizemli tapınak ve Naakal tabletleri bulunsaydı Tibet bunları turizme açar yüzlerce milyon dolar kazanırdı.
Big Bang asla vuku bulmadı
Yokluktan patlama olmaz. Big Bang bilimin dışındadır. Yaratılışa karşıdır.
İnsanlığın kıyameti ile madde aleminin kıyameti çok farklıdır
İnsanın kıyameti kopunca madde alemi hemen yok olmayacaktır. Bu evren ve diğer maddi varlıklar insanın yok olduğu kıyametten değil milyar belki trilyonlarca yıl sonra yok olacaktır. Genişleyen bu evren kâğıt gibi geri dürülecektir. Milyarlarca yıl alacaktır. Ya yedi semanın ve diğer semaların yok oluşu. Bu madde aleminin (Arş, Kürsi, yedi sema) yaşı milyarlarca yıl değildir, trilyonlarca yıldır. Trilyonlarca yıl önce oluştu, trilyonlarca yıl sonra yok olacaktır.
Birin önünde 28 tane sıfırlı sayı (1028) kadar atom bir insan oluşturur, o kadar insan da Güneş’e sığar. O kadar Güneş de samanyolu Galaksisini oluşturur. Belki o kadar galaksi de bu evreni oluşturur. Bunun böyle devam ettiğini düşünelim. Yedinci kat sema birin önünde 196 sıfırlı sayı kadar evren büyüklüğünde olur. Ya onun üstündeki Kürsi, Su tabakası ve Arş? Kâinatın yanında bu evren ne ki. Kıyamet Kâinatın tamamında olacaktır. Yok olması trilyonlarca yıl alacaktır.


